Sian Cadısı – Özel Bölüm

sian-cadisi-semiha-kaya-efsunlublog

Sian Cadısı – Özel Bölüm

12 Nisan –

 

Kusurlu düşünceler zihnimizi ele geçirdiği anda pes etmeksizin kusuru gidermeye çalışırız. Hatalarımızı düzeltmek için düşünür, düşündükçe çıkmaza gireriz. Pek çok kez, düşüncelerimin arasından çıkamadım. Yine pek çok kez, zaman karmasında savrulup gittim. En kötüsü de, kendimi toparlamak için karşıma çıkan bütün fırsatları teptim.

Bir yıl öncesine kadar, hayatta en iyi yaptığım şey kaçmaktı. Kendimden, sorumluluklarımdan, zamandan ve duygularımdan.

Kaçarken öğrendim ki, ne kadar çok kaçarsan o kadar çok kaçtığın şeye yöneliyorsun. Bir daha tatmak istemediğim duygular an be an peşimden koşarken, saklamak istediğim bütün gerçekleri ortaya döktüğüm bir günün ardından, hayat beni beklemediğim noktalara sürükledi.

Kaderimde yazılı olanlar birbiri ardına gerçekleşirken değişen tek şey ben değildim, çevremdeki insanlar da benimle birlikte değiştiler. Değişimin böylesi bir güzelliği olduğunu da işte o zaman öğrendim.

Fakat her şeyin bu kadar değişmesini beklemezdim.

Uğruna ölümsüz olduğum kaderimi gerçekleştirdikten sonra, eski yalnız hayatıma dönmenin bir yolunu bulacağımı sanıyordum ancak bu mümkün olmadı. Ne Dante ne Arianna, peşimden bir an olsun bile ayrılmadılar. Fortinlerin yanında geçirdiğim o kısa ancak beni onlarca kez ölümle yüzleştiren o zamandan sonra, bana verdikleri sözü hiçbir şekilde artlarında bırakmadılar.

Derin bir nefes alarak, salona geçtiğimde ilk fark ettiğim şey, Dante’nin bodrumda sakladığım bütün kutsal kitapları salona çıkardığıydı. Bu kitaplara, Üç Büyük Cadı’nın kutsal el yazması da dahildi ve o kitap, insanların gözleri önünde tutulması kadar önemli bilgiler içeriyordu.

“Onları çıkarmak için bana haber verdiğini hatırlamıyorum Dante,” diyerek, boş kalmayı başarabilmiş tekli koltuğa yerleştim ve gözlerimi dikkatle Dante’nin yüzünde gezindirdim. Onu kutsadığımdan bu yana, gözlerinin parlaklığı yerine gelmişti. Etrafını saran aura belirgin bir şekilde koyulaşmış ve kim olduğunu, nasıl bir kan taşıdığını daha da ortaya koyar olmuştu.
“Hatırlamak ister misin, bilemiyorum…” dedi Dante. “…beni bu eve ilk aldığında, bana, burayı kendi evimmiş gibi kullanabileceğimi söylemiştin. Ben de o günden beri, öyle yapıyorum işte.” Dante bana bakmadan konuştu, gözlerini elindeki kitaptan ayırmıyordu.
“Sadece evi kullanabileceğini söylemişimdir, içindekileri değil…” diyerek, ona dik dik bakmaya devam ettiğimde en nihayetinde Dante bana bakmak için başını kaldırdı. Koyu renk gözlerinde, aklından nelerin geçtiğinin gizemi saklıydı. Yine yüzü okunmuyordu, böylesine gizemli olduğu zamanlarda ona karşı duyduğum ilgi artıyordu…
İç çekerek, yüzünde gezindirdiğim gözlerini eline indirdiğimde aldığım nefes neredeyse boğazımda kalıyordu. Elinde tuttuğu turkuaz renkli cildiyle, son derece dikkat çeken kitaba anında uzandım. Esasında o bir kitap değil, günlüktü. Benim günlüğüm.
“Güzel şeyler keşfediyordum, neden huysuzluk yapıyorsun Freya?” diye sordu Dante, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme peyda olurken, günlüğü kendine doğru çekerek, elinden almama engel oldu.
“O benim günlüğüm,” dedim huysuzca. Dante’nin yüzündeki sevimli gülümseme, pek de hoşuma gitmeyecek şeyler öğrenmiş olabileceğinin hissini uyandırıyordu içimde. “Onlardan öğrenebileceğin tek şey benim hayatım,” diyerek devam ettim.
“Bunun farkındayım,” derken günlüğü kapatarak kucağına yerleştirdi ve ellerini günlüğün üstüne koydu. “Neden bugünün doğum günün olduğunu söylemedin?” diye sorarken, donuk bakışlarını eriten ilgi ateşini fark ettim. Dante sık sık gülümseyen bir adam değildi ama birini etkisi altına almayı planlıyorsa mutlaka gülümserdi. Şimdiki gibi…
Onun gibi bir adamın, böylesi iç ısıtan bir gülümseye sahip olması büyük haksızlıktı.
Umursamaz bir tavırla, “Öyle miymiş?” diye sordum. Gözlerim, bileğimdeki saati buldu. Tarih kutucuğunun içinde 12 Nisan yazıyordu. Başımı hafifçe geriye atarak, Dante’ye bayık bakışlar attım. “Öyleymiş.”
Dante, başını onaylarcasına salladı ve “Evet, gerçekten, neden söylemedin? Senin bu kutlu doğumunla ilgili insanları hayrete düşürecek partiler vermen gerekmez miydi?” diye sordu.
Keyfim iyiden iyiye kaçarken, “Beni cidden tanımıyorsun,” dedim. “Her zaman benim hakkımda varsayımlarda bulunuyorsun ve hep yanılıyorsun.”
“Bu seferliğine, yanıldığımı kabul edeceğim,” dedi Dante, ancak her an etrafta konfeti patlatabilirmişim gibi bakıyordu yüzüme. “Ancak sen en basit şeyler için olay çıkartabilecek, kimsenin önemsemediği şeyleri önemseyecek ve insanların unutmak istediği her şeyi sonsuza dek yaşatabilmek adına partiler verebilecek birisisin. Salem’de verdiğin Ölüleri Anma partisi gibi…”
“Sen onu nereden biliyorsun?” diye sorduğumda, Dante bir kez daha hafifçe gülümsedi.
“Salem’de doğduğumu ve oraya sıklıkla gittiğimi unutuyor musun?” diye sorduktan sonra, yüzündeki gülümseme silindi. “O dönem Salem’de yaşıyordum, annemin Sian Cadısı hakkındaki araştırmalarını inceliyordum.”
“Peki, partime neden katılmadın? Anneni onurlandırmıştım,” dediğimde, Dante’nin yüzündeki soğuk ifadeye gözlerinden geçen kara bulutlar eklendi. Ağzımı açtığım her anda keyfinin daha da kaçması hoşuma gitmişti. Madem o benim canımı sıkıyordu, ben de onun canını sıkabilirdim, değil mi? Bu yüzden konuşmaya devam ettim.
“Normalde doğum günümün hangi tarihe denk geldiğini bilmiyordum, hiç merak edip öğrenmeye çalışmamıştım. doğum günümün 12 Nisan’a denk geldiğini keşfeden kişi annendi.” Gözlerim, Dante’nin yüzünde geziniyordu. Anlattığım her şeyi dinliyor ancak bir tepki vermiyordu.
“Ben doğduğumda, bu ay sistemi falan yoktu. Biliyorsun, tarih öncesi dönemden geliyorum…”
Dante, “Bunu hâlâ çok tuhaf buluyorum,” diyerek beni böldü. “O kadar süre boyunca yaşamış olmanı… Biliyorum, ben de yaklaşık üç yüz yıldır yaşıyorum ama tarih öncesi dönemlerden bahsediyorsun…”
İstemsizce güldüm. “Ben de çoğu zaman yaşadığım bunca yıla hayret ediyorum. Bazen inanamıyorum ama inanmasam bile, yaşadım…” derken derin bir nefes aldım. “Hayatım çok uzundu ve bu kadar uzun bir hayat, insanın hafızasını zorluyor. Ancak belirli anlar var ki, o anları unutamıyorum. Naoimi’yi tanıdığım zamanlar da unutamadığım zamanlardandı… Hoş, elbette unutmam imkânsızdı. Unutmak için yıllarımı verdiğim her şeyi bana hatırlattı. Nasıl unutabilirim ki onu?” Acı acı gülümsedim. “Savrulduğum zamanda elimi tuttu, dostluğu öğretti…”
“Bedenine kavuştuğunda, onu suçladığını çok iyi hatırlıyorum… Sanırım o sıralar dostun değildi, huh?”
Dante’ye gözlerimi kısarak baktım. “Dostum olmadığını hiçbir zaman söylemedim. Sadece senin yerinde olsaydım onu suçlardım, çünkü seni Sian Cadısı yaparken kendinin ve Salem’de bulunan bütün cadıların ölüm fermanını imzaladı. Bunun için ona kızgınım ama kızgınlığım, Naomi’nin benim için bir dost olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Her ne kadar bana senin için yanaşmış olsa da, dostum olmuştu.”
“Salem’de yaşanılanlardan sonra, her şeyden seni sorumlu tutuyordum,” dedi Dante, başını iki yana salladı ve derin bir iç çekti. “Oysaki sen de benim gibiydin.”
“Ne saçmalıktı ama… Ölümsüz olmasını istediğim kişi sen değildin. Kanımı sana vermedim. Ayrıca birini kutsamam gerektiğinde, kesinlikle gerekli koruyucu büyüleri yapardım. Bu halde olmanın sorumlusu ben değilim Dante, annen. Salem Katliam’ın sorumlusu da annen, elbette benim payıma düşenler de var ama en büyük sorumlusu Naomi. Seni ve beni, bu kadere o sürükledi,” derken durgunlaştım. “Hiçbir şeyin öyle olmasını istemezdim.”
“Daha az önce annemin, dostun olduğunu söylüyordun, şimdi katliamın sorumlusu mu oldu?” diye sordu Dante. Ancak o da reddetmedi.
“Dostumdu ve bu yaptığı hataları görmezden gelmem için bir sebep değil. Çok büyük bir hata yaptı, sorumsuz davrandı. Onu bunun için hiçbir zaman affedemem aynı şekilde, bana uzattığı elini de hayatım boyunca unutamam.”
Biz Dante’yle konuşurken, aniden salona dalan Arianna, elinde çevirip durduğu büyü topunu havaya savurdu ve mavi top havaya karışırken, “Selamlar, siz yine mi tartışıyorsunuz?” diye sordu, son derece neşeli bir tavırla. Dışarıda, onun için işlerin son derece yolunda gittiği, gri gözlerinin parıltısından belli oluyordu.
Arianna’ya dönerek, gülümsedim. Belki Naomi olamazdı ama o da benim bir dostumdu. Düşerken elimden tutan, bir zamanlar ruhuma ev sahipliği yapan… Bana kim olduğumu hatırlatan bir dosttu.
“Her zamanki diyaloglar işte, Danteciğim benden nefret ettiğini sanıyorken bana nasıl aşık olduğunu anlatıyordu ben de, çiçeklerin ne kadar güzel koktuğundan kuşların uçmayı nasıl öğrendiğinden…”
Arianna söylediklerimle gülerken, “Hayatımda değişmeyen tek şey, siz ikiniz olabilirsiniz,” dedi ve kendini Dante’nin yanına attı.  Bacaklarını koltuğun başlığından sarkıtırken, sırtını Dante’nin koluna yasladı ve “Bu kitaplar ne?” diye sordu. Gözleri kitapların üstünde gezindi, “Eski el yazmaları, bunları hiçbir zaman anlayamayacağım… Ne korkunç bir el yazısı bu böyle…”
“Hey…” diyerek ona dik dik baktığımda, bana sevimli sevimli gülümsedi.
Tuhaf bir şekilde, gün geçtikçe Arianna, Dante’ye benziyordu ve bu benzerlik beni son derece tedirgin ediyordu.
“Bunlar Freya’nın günlükleri, onun hakkında yeni şeyler öğreniyordum…” dedi Dante ve elindeki turkuaz ciltli defteri Arianna’nın eline bıraktı.
“Neler öğrendin?” diye soran Arianna’nın ardından, “Sakın!” diyerek Dante’ye baktım. Ancak yüzündeki gülümsemede, hainliğinin tatlı ifadesi saklıydı.
“Freya’nın doğum gününü öğrendim.”
“Freya’nın doğum günü mü?” diye sordu Arianna, anında doğrularak ayaklarını yere bastı ve öne eğilerek gözlerimin içine baktı. “Ne zaman?”
“Bugün,” dedi Dante.
Arianna anında ayağa fırlarken, “Parti nerede o zaman?” diye bağırdı.
“Ne partisi? Ben doğum günü kutlamam,” diyerek, kollarımı göğsümde bağladım.
Arianna, bana hayretler içerisinde bakarken, “Bu kutlu gün için senin akıl almaz partiler vermen gerekmez miydi?” diye sordu. Arianna’nın sorusuyla birlikte, Dante bıyık altı gülmeye başladı. Neredeyse aynı cümleleri kullanmışlardı.
Gözlerim, ikisi arasında gidip gelirken, “Siz fazla mı birlikte takılmaya başladınız?” diye sordum. Benzerlikleri beni sadece tedirgin etmiyor artık korkutuyordu da.
“Kıskanma canım…” dedi Arianna, ardından bana döndü ve başını sağa sola eğerek bana dikkatle baktı. “Ama ne bileyim… Nereden bakarsam bakayım, parti kızı gibisin.”
“Doğduğum gün, aynı zamanda da öldüğüm gündü. O gün, sevdiğim herkes katledildi. Korumam gereken herkesi kaybetmeye başladığım ilk gündü. Bugünü hiç sevmiyorum, ne zaman sevmeye karar versem o zaman sevdiğim insanların zarar gördüğüne şahit oluyorum. Sonsuza dek yaşayacağım ama asla, güzel bir doğum gününe sahip olamayacağım…”
Ayağa kalkarak, Arianna’nın elinden günlüğümü kaptım ve “Burada unutmak istemediğim anılar değil, unutmak istemediğim isimler yazıyor Dante. Zamanın benden aldıkları, taşıdığım onca güce rağmen koruyamadığım insanların adı yazıyor. Bana kaybetmenin ne demek olduğunu hatırlatan anılar yazıyor,” diyerek Dante’ye baktım.
“Sonsuzluğun benden almasını istemediğim şeyler…” diye ekledim.
“Ölümsüzlükten nefret ediyorsan, en başından neden bunu kabul ettin?” diye sordu Dante. Ona bunu belki de defalarca kez açıklamıştım.
“Nefret etmiyorum,” dedim. “Avantajları olduğu kadar dezavantajları da var. Sonsuz bir yaşam, her zaman parlamana izin vermiyor. Bazen kararıyorsun, soluyorsun ancak tükenip gidemiyorsun bile…” Ölümsüzlüğü gösterdiğimin aksine seviyordum, değişen zamana ayak uydurma telaşını, yeni şeyler öğrenmek için hiç bitmeyecek vaktimin olmasını… Her an, her şeyi yapabilecek zamana sahiptim. Hiç acelem yoktu. Hayatım yaşanmaya değerdi ama her zaman güzel değildi. Kayıplarla doluydu ve bu da, ölümsüzlüğün en kötü yanıydı.
“Bugün parlayabilirsin,” dedi Arianna, bana yanaşırken.
Ona bakmadan başımı iki yana salladım. “Bugün en çok karardığım gün,” dedim. “Bir şeyler hazırlamaya kalkmayın, ben biraz dışarı çıkıyorum…” diyerek, gözüme kestirdiğim birkaç defteri ve kitabı hızlıca kucağıma toparladım. Ancak Üç Büyük Cadı’nın el yazmasına dokunmadım. “Bir şeyler öğrenmek istiyorsan, bu kitabı okumalısın Dante. Benim günlüklerimi değil,” diyerek, kucağıma topladığım kitaplarla birlikte salondan ayrıldım.
“Ama günlüklerin eğlenceliydi Freya!” diye seslendi arkamdan.
“Bir tek sen, bir kadının günlüğünü okuyarak eğlenirsin!” karşılığını verdim.
“Eminim ben eğlenirken, Arianna’da bana eşlik ederdi.”
Arianna, “Ederdim tabii!” derken, ben de “Eminim!” diyerek, bodruma inen merdivenlere yöneldim.
***
Eve geri döndüğümde, neredeyse gökyüzü kararmıştı. Evde hiç ışık yanmıyordu ve bu son derece tuhaf geliyordu. Dante’nin bütün ışıkları yakmak gibi bir huyu vardı, Arianna da çoğu zaman odasında büyü antrenmanları yaptığı için odası sık sık farklı renklerle parlardı.
Evimin simsiyah bir gölge gibi kalması hiç ama hiç normal değildi.
Basit bir büyüyle kapıyı araladığımda, yüzüme çarpan auraların ağırlığıyla bir anlığına sarsıldım. Yapmışlardı işte… Beni dinlememişlerdi.
“Hayır…” diye mırıldanırken, gerisin geri kaçmaya hazırlanıyordum ki, karanlıkta bir el bileğimi sarmaladı ve “Kaçma,” dedi.
Dante’ydi, sesi yorgun geliyordu ve her zaman sımsıcak olan eli şimdi buz gibiydi.
“Böyle bir şey istemediğimi söylemiştim!” diyerek, bileğimi çekmeye çalıştığımda parmaklarını sıktı ve “Unutamadığın anıların acı dolu olması hoşuma gitmiyor,” dedi. “Sana unutamayacağın güzel bir anı vermek istedim.”
“Senden bunu istemedim!” dedim. “Annen gibi, sen de…” duraksadım, kaşlarım iyiden iyiye çatılırken, “Gücün neden bu kadar az?” diye sordum. “Daha bu sabah senden yayılan güç inanılmazdı.”
“Sana bir sürpriz hazırladım ve bu, beni fena halde tüketti.”
“Yapmadım de…” diyerek, Dante’ye bedenen döndüğümde karanlığın içinde yüzünü fark ettim. Yorgundu ve aynı o günkü gibiydi. “Yaptın tabii…”
“Bahçeye gel,” diyerek, elini bileğimden kaydırdı ve parmaklarını parmaklarıma geçirerek, ellerimizi kenetledi. Beni peşinden sürüklerken, onu adım adım takip ettim. Bahçeye adımladıkça, artan büyü gücüyle içimdeki güç adeta canlanmıştı. Ne kadar sevinmek istemesem de, etrafımı saran aura beni neşelendiriyordu.
Bahçeye adım attığımız anda konfetiler patlamaya başladı ve bir anda karanlık aydınlandı. Renk renk ışıklar ağaçlardan sarkıyor, bahçeyi göz alıcı bir şekilde renklendiriyordu.
Herkes, hep bir ağızdan, “İyi ki doğdun Freya!” diye bağırdığında, istemsizce gülümseyerek, Dante’ye baktım. Yorgun görünüyor olmasına rağmen, o hain gülümsemesini yüzüne yerleştirmişti. Bana gülümseyerek bakarken, elimi daha da sıkı tuttu.
“Teşekkür ederim,” dedim, hemen etrafıma toplanan kişilere bakarken. Alec hızla birkaç kişinin arasından sıyrıldı ve tam önüme dikildi. “Burada oyalanma, şu adam güçsüzlükten bayılmadan önce görmen gerekenler var!” diyerek, boştaki elimi tuttu ve beni hızlıca peşinden sürüklemeye başladı.
Dante de elimi bırakmadığı için peşimden sürükleniyordu. “Hey! Sizden böyle bir şey istememiştim, beni sürükleyip durmayın!” dediğimde, Alec bana baktı ve “Görünce ağlayacaksın!” dedi.
“Çok beklersin…” dediğimde, bir ses, çok iyi tanıdığım, hayatım boyunca unutamayacağım tek ses kulaklarımı doldurdu. “Elbette beklerle, Freya Josbien’i ağlatmak öyle kolay değildir.”
Başımı kaldırdığımda, karşımda gördüğüm soluk ruha bakakaldım.
“Anne…”
“Merhaba, kızım…”
Şaşkınlıkla Dante’ye döndüğümde, onun da gülümsediğini fark ettim. Sıkı sıkıya tuttuğu ellerimiz soluk bir ışıkla parlıyordu. Demek bu yüzden elimi tutuyordu, bana bağlı kişilerin ruhunu çağırıyordu.
Anneme dönerek, “Teşekkür ederim Dante,” diye mırıldandım. Bu gerçekten de unutamayacağım bir anıydı.
“Etmelisin,” dedi annem, gözleri Dante’nin yüzünü buldu ve içten bir şekilde gülümserken, “Onun gibisini zor bulursun,” diyerek bana göz kırptı.
“Anne!”
“Joss, kızı utandırma!” diyerek annemin arkasında beliren büyük teyzeme hayretle baktım. “Teyze!”
“Şaşırmayı bırak artık,” dedi küçük teyzem Joen. “Biz hep seninleydik…”
“Biliyorum, size hep minnettardım… Ama buradasınız…”
“Aynı zamanda da sinirliydin,” diyerek karanlığın içinde beliren Naomi’ye nefesimi tutarak baktım. Dante de annesine aynı şekilde bakıyordu. Şaşkınlıkla ve heyecanla. Belki de annesinin gelmesini o da beklemiyordu.
Ne de olsa, Naomi’nin bağlı olacağı ruh, elbette ki Dante’nin ruhu olmalıydı.
“Naomi…” diyerek gülümsediğimde, Naomi, “Freya… Seni tekrar görmek çok güzel,” dedi.
“Seni görmek de öyle…”
“Bugün hakkındaki kötü anıları senden alamayız,” dedi, babam. Annemin yanında, eli annemin elini sararken gülümseyerek bana bakıyordu. “…ama kötü anılarını gölgeleyecek güzel anılar yaratabiliriz.”
Dante bana yaklaşarak, kulağıma eğildi ve “Bugün parlayabilirsin, Freya Josbien,” dedi. “Çünkü bugünün kurtarıcısı sensin…”
🙂
Freya, belki de en çok acı çeken karakterlerimden birisidir ve ona güzel bir doğum günü yazmak istedim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim, bir sonraki yazımda görüşmek üzere!

 

Semiha Kaya

6 Haziran 1998 doğumlu, hayalleri yaşından çok olan ve hepsini bir bir gerçekleştirmek için acayip hırs dolu bir insanım.
Hırsımın yanı sıra, üşengeç ve unutkan da olduğum için tüm planlarımı sonsuza dek yaşayacakmışım gibi yaparım lakin genelde anın tadını çıkartırım. Hem ne demiş James Dean?
"Sonsuza kadar yaşayacakmışsın gibi hayal kur. Bugün ölecekmişsin gibi yaşa."
İşte tam olarak ben de böyleyim. Sonsuz hayale sahibim ancak anımın da kıymetini biliyorum. Her anın tadını çıkartıyorum.
Size de anınız kıymetini bilmenizi tavsiye ederim, ne de olsa zaman geri dönmez. :)

Bana, instagram: semihaakaya kullanıcı adı üzerinden ulaşabilirsiniz!

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: