Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız – Kitap Yorumu

Merhaba arkadaşlar! Yeni yılın ilk kitabını bitirmiş bulunmaktayım.

Serinin kitap yorumları her ne kadar Ocak ayının başlangıcında yoğun yayınlanmış olsa da aslında ben kitapları bitireli birkaç gün olmuştu. Sadece bazı düzenlemelerden dolayı yazıları zamanlamıştım ve bu zamana uygun kaçtıkları için yazılar geç yayınlandı. ^^

Eh, bu kısmı fazla uzatmadan sizlere Millennium Serisinin beşinci kitabının yorumuna geçiyorum!

Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız – Arka Kapak:

Lisbeth Salander son olaydan sonra atıldığı hapishanede bile adaletin temsilcisi olmaya devam eder. Maksimum güvenlikli birimin duvarlarının ardından kışkırtılan ırkçı ve dinî çatışmalara göz yummaz.

Mikael Blomkvist her hafta uzun bir yol gidip Lisbeth’i hapishanede ziyaret eder, bu ziyaretlerinden birinde acılarına çare olacak bir ipucu yakalar. Mikael açısından Millennium için de güzel bir haber olabilir bu. Lisbeth açısından ise çocukluğunda saklı kalan gerçeklerin gün yüzüne çıkması demektir.

Fakat gerçeklere erişmek o kadar da kolay olmayacaktır; Kayıt ismini verdikleri habis deneylerin ardındaki bilim insanları bu konunun üstünün uzun süre önce örtüldüğünü düşünüyordur ve öyle kalması için de ellerinden geleni yapacaklardır.

Salander geçmişinin gizemini çözmeye ve anılarındaki kadını bulmaya çok yakın olduğunu biliyordur; boynunda çocukken ona bir ejderhayı anımsatan doğum lekesi olan kadını… Salander her ne pahasına olursa olsun intikamını alacaktır.

Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız, gerilim yaratan hikâyesinin gücünü dünya çapında milyonlarca okuru etkileyen Stieg Larsson’un Millennium üçlemesinden ve Salander ile Blomkvist’in adalet için savaşa devam etmesinden alıyor.

Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız – Kitap Yorumu:

Evet, yeni yılın ilk kitabı bitmiş bulunmakta. Aslında kitap biraz daha dikkatimi çekmiş olsaydı Aralık sonu gelmeden kitabı bitirebilirdim ancak yazar değişikliğini derinden hissetmek beni okurken yavaşlattı diyebilirim.

David’in seçtiği bu konu ne kadar dikkat çekici, alışılageldik Millennium atlama haberi olsa da yazı stilinden, David’in kaleminden dolayı sıkıntılarım vardı.

Öncelikle, Ejderha Dövmeli Kız’daki gibi iki farklı konuyu bir araya getirip, ortada bağlamayı planlayan sarmalı bol bir konuydu. Güzel bir şekilde bağlanmış olsa da, ilerleyiş çok yorucuydu.

Ana karakter olarak, Lisbeth, Mikael ön planda olmalıyken yan karakterlerin neredeyse hepsinin gözünden yazılmış bölümler vardı ve inanın, normal seride de bu gibi bölümler olsa da bu kitapta o kadar çok vardı ki, bir noktadan sonra takibi kaybettim.

Beni en çok sinir eden şeyse, diyelim ki Lisbeth’in gözünden bir sahne aktarılıyor, tam Lisbeth yaralanıyor ve o sahne orada kesiliyor sonrasında araya üç farklı kişi giriyor. Bu üç farklı kişi farklı olayları, farklı noktaları gösterirken kafam iyice çorba oluyor sonra tekrar Lisbeth’in sahnesi geliyor.

Bunlar çok yorucu, kafa bulandırmak için yazılmış gibi geldi bana açıkçası ve her ne kadar sırf seriyi full aldığım için okuyor olsam da, konuya merakım uyanmış olsa da bu yazım tarzı yüzünden kitabı bırakmayı birkaç defa düşündüm.

Zaten, bu kadar süre elimde dolanıp durması da bu yüzdendi. Normalde iki günde bitirebilirdim ama o kadar dolambaçlı bir anlatım vardı ki, kitabı elimden bıraktıktan sonra elime almak pek geçmiyordu içimden.

Sonuç olarak kitabı bir şekilde bitirmiş bulunmaktayım. Ayrıca hakkını yiyemem, David güzel bir hikaye bulmuş. Gerçekten dikkatimi çekmişti ama anlatımın zayıflığı, karakterden karaktere geçişleriyle kitaba olan dikkatim bir miktar dağıldı.

İlk üçlemeden sonra yavan geldiğini de söyleyebilirim. Detaylardan yoksun, örgüt oluşturmakta zayıf kalınmıştı…

Şimdi sizlere kitaptan birkaç alıntı bırakacağım, ancak beni 1000K hesabımdan takip ederseniz daha fazla kitap incelemesi ve alıntılarıma denk gelebilirsiniz! Ek olarak, site içerisindeki reklamlara tıklayarak bize destek olursanız çok memnun oluruz!

Kısacası iblisin birine benzemiyordu. Ama bir yandan da bütün gerçek iblislerin, kendilerini azizmiş gibi göstermekte usta oldukları herkesin malumuydu.

“Hem sermaye piyasası hem de din, inançlarımızın üzerinde yükselir. Eğer şüphelenmeye başlarsak ikisi de çöker.”

Önce gerçek araştırılırdı. Sonra sıra intikama gelirdi.

Biz insanlar o kadar rasyonel değiliz. Buna mukabil yalanın, kural olarak, çok kapsamlı, tutarlı, basmakalıp bir şey olduğunu da öğrendim; özellikle de beceriksizce atılan yalanların.

Mikael korkunç suçlar işleyenlerin arkadaşlarının ve yakınlarının hep böyle, “Onun yapması imkansız. O olamaz,” dediklerini söylemeyi düşündü. Oluyordu işte. Öfke, iyi diye bildiğimiz insanların gözlerini karartıyor, inanılmaz şeyler yapmalarına sebep oluyordu.

İnsan gözün içini görebilir ama kalbin içini her zaman göremez.
-Bir Yahudi Atasözü

Zaman geçti, hayat normale döndü, hayatın böyle bir yeteneği vardı.

Semiha Kaya

6 Haziran 1998 doğumlu, hayalleri yaşından çok olan ve hepsini bir bir gerçekleştirmek için acayip hırs dolu bir insanım.
Hırsımın yanı sıra, üşengeç ve unutkan da olduğum için tüm planlarımı sonsuza dek yaşayacakmışım gibi yaparım lakin genelde anın tadını çıkartırım. Hem ne demiş James Dean?
"Sonsuza kadar yaşayacakmışsın gibi hayal kur. Bugün ölecekmişsin gibi yaşa."
İşte tam olarak ben de böyleyim. Sonsuz hayale sahibim ancak anımın da kıymetini biliyorum. Her anın tadını çıkartıyorum.
Size de anınız kıymetini bilmenizi tavsiye ederim, ne de olsa zaman geri dönmez. :)

Bana, instagram: semihaakaya kullanıcı adı üzerinden ulaşabilirsiniz!

Önerilen makaleler

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: