Merhaba arkadaşlar!
Epeydir buralarda değildim ve sizlere, keyifli bir dizinin yorumuyla geldim! Diziden bahsetmeden hemen önce birkaç minik sorum olacak…
Bilim kurgu sever misiniz?
Bilim kurguyla harmanlanmış gizem ve gerilim hakkında ne düşünüyorsunuz peki?
Eğer bu üçlüyü bir arada görmekten hoşlananlardansanız, benim gibi, bu diziyi büyük bir ilgiyle izleyeceğinizden eminim!
Aranızda Lost izleyenler var mıdır bilemem ama birçok insan Lost’un ana kurgusunu bilir. Bir uçak, kimsenin olmadığı bir adaya düşer ve hayatta kalan onca yabancı bir araya gelip, hayatta kalmaya devam etmeye çalışırlar.
En eski örnek bu diyebilir miyim pek emin değilim ama kendi sinematik ve dizimatik geçmişimde Lost’un izlediğim ilk hayatta kalma dizilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Peki, şimdi başlık “Origin” iken, ben neden Lost’tan bahsediyorum? Öncelikle Origin, Lost’un yapımcılarının elinden çıkan bir dizi!
Hem de birazcık fikir sahibi olmanızı istediğim için elbette… Hatta biraz daha fikir sahibi olabilmenizi için, Lost + Passengers = Origin diyebilirim bile…
Fazla uzatmadan, Origin ‘den bahsedeyim en iyisi.
Origin dizisinin başrollerini Harry Potter serisinden tanıdığımız Tom Felton (Draco Malfoy) ve Natalia Tena (Nymphadora Tonks) ile birlikte Japon oyuncu Sen Mitsuji üstleniyor. Tabii parantez içinde oyuncuların HP serisindeki canlandırdıkları karakterlerin isimlerini yazdım, Origin dizisindeki isimleri elbette ki farklı…
Şimdi, Origin’in konusuna gelecek olursak eğer…
Origin, uzak bir gelecekte geçiyor. On katlı, yaklaşık 50 hücrenin bulunduğu bir uzay gemisinde Siren isimli bir şirket, Thea adlı bir gezegen keşfediyorlar ve ‘yeni, beyaz(boş) bir sayfa’ açmak isteyen kişileri Thea’ya götürüp, geçmişleriyle yargılanmayacakları, yepyeni bir hayat kurabilecekleri güvencesini vererek insanları kolonilerine dahil etmek istiyorlar.
Böylece Siren’ın bu çalışmasına katılmak isteyen kişiler, başvuruları onaylandıktan sonra Thea’ya yolculuk yapan ilk gemi olacak Origin’de uyutuluyor. Tabii mürettebat uyanık, onlar için iki yıllık bir yolculuk ve sadece ışık yılı geçişlerinde (sanırım solucan deliklerinden geçerken) uyuma podlarına giriyorlardı.
Ana plan buydu, fakat hatırlayın Passengers filminde Avalon’a giderken bir uzay taşı yağmuru oluyordu ve gemi hasar aldığı için bir yolcunun uyku kapsülü bozuluyordu ve uyanıyordu. Buradaysa, yani Origin’de Thea’nın çevresinde gerçekleşen bir meteor patlaması sonucu büyük taş parçaları Origin gemisine çarpıyor. Yelkenlerden iki tanesini parçalayıp, onuncu halkaya çarpıyor ve bu meteordaki bir enfeksiyon (simbiyot gibi bir şey, taşıyıcı olmadan hayatta kalamıyor) onuncu halkadaki, 50’nci hücredeki yolcuları öldürüyor.
Gemi acil boşaltma işlemi gerçekleştirmeye karar veriyor, herkes kapsülleri ve sorumlu oldukları hücrelerdeki yolcularla birlikte kaçmaya hazırlanırken, ellinci hücreden sorumlu olan Max Taylor onları neyin öldürdüğünü öğrenmek ve belki onları kurtarabilme umuduyla hücreye gidiyor.
Max’i geride bırakamayan Evelyn Rey, kendi hücresiyle birlikte Origin’de kalıp Max’in yanına gidiyor ve tüm kıyamet böyle kopuyor arkadaşlar!
En temel başlangıç bu, fakat biz ilk sahnede on dokuzuncu hücreden ilk uyanan Shun Kanzeki’yi görüyoruz. Zaten birinci bölüm de onun hikayesini anlatıyor ki, buradaki tüm yolcuların kötü bir geçmişi olduğunu ve herkesin ardında çok kötü anılar bıraktığını her bölümde hikayesinden bahsedilen kişilerce görüyoruz.
Shun’un, Lena’nın, Logan’ın, Lee’nin… Hepsinin geçmişleri birer bölümde gösterirken aynı zamanda onları öldüren bu enfeksiyonla da ilgilenmeleri gerekiyor. Ayrıca, mürettebatı olmadan geminin Thea’ya varıp varamayacağı ise büyük bir muamma olarak görülüyor.
İlk bölümden sonra, devam eden bölümlerde her şey yavaş yavaş açıklanıyor. Ayrıca, dizi akıcılığını hiç yitirmiyor ya da belki bana öyle de gelmiş olabilir şu sıralar gerilim ve bilim kurguya açtım ama bilirsiniz, gerilim film ve dizileri akıcılığı korumakta zorlayıcıdır. Origin’de oyuncuların yetenekleri, arka planda çalışan senaryo ekibinin ve görsel efekt ekibinin de harika işler ortaya koymasıyla, hem göz konforu hem de dikkat çekici bir senaryoyla kendini izlettiren bir dizi oldu.
Zaten Origin dizisi 10 bölümden oluşuyor, on karakterin hikayesini görüyoruz. On yabancı insanın bir arada yaşamaya çalışmasını, birbirlerine güvenmezken birlikte hareket etmeye çalışmalarını izliyoruz.
Benim için oldukça akıcı ve hiç düşünmeden tavsiye edebileceğim mükemmel bir bilim kurgu, gizem-gerilim biraz da dram dizilerinden birisiydi.
Mutlaka izlemelisiniz!
Benim gözüm şimdiden ikinci sezonu arıyor ama maalesef ki bu konu hakkında sizlere olumlu bir haberim yok. Dizi YouTube Originals gelir sınırını aşamadığı için ikinci sezon için onay veirlmemiş. Origin dizisinin senaryo yaratıcısı Mika Watkins, dizi için epey gelecek planları olduğunu açıklamış fakat planlarının gerçekleştirmesi için şimdilik bir olanak var gibi gözükmüyor.
Dizi başka kanallarda da yayınlanabilirmiş, haberlerini takip ediyorum. Eğer bir duyurusu gözüme takılırsa, ikinci sezon onay (umuyorum ki) alınırsa, buradan sizlere duyurusunu yapacağımdan emin olabilirsiniz!
Dizinin fragamanını görmek için linke tıklayabilirsiniz.
[…] biliyorsunuz Ağustos ayında Origin dizisi için bir yorum girmiştim ve diziyi ne kadar sevdiğimden net bir şekilde bahsetmiştim […]