Yine modumdayım sanırım…
Merhaba arkadaşlar! Daha bugün Netflix’te yayınlanmış olan taptaze (aslında covid-19 sebebiyle düşük hasıla veren 2020 yapımı bir filmdir kendisi) Love and Monsters filminin yorumuyla geldim. Açıkçası derslerden bunalıp Netflix’e girince fark ettim, “Aa,” dedim. “Bu film benim listemdeydi.”
Bir baktım ki yüklenmiş, izlenmeye açılmış. Eh, o zaman izleyelim diyerek hemencecik filmi açtım ve izledim.
Lafı fazla uzatmadan filmin konusuna, oyuncu kadrosuna ve yorumuna geçeceğim.
Love and Monsters – Film Konusu:
Canavar Kıyamet’inden 7 yıl sonra Joel Dawson insanlardan geriye ne kaldıysa diğerleriyle birlikte yaşam savaşı veriyordur. Dünyanın kontrolünü canavarların ele geçirmesinden beri Joel, yeraltı dünyasında yaşıyordur. Lisedeki kız arkadaşı Aimee ile şans eseri radyo frekansları sayesinde yeniden karşılaşır. Aimee’nin 80 mil ötede bir koloniyle birlikte yaşadığını öğrenir. Joel, Aimee’ye yeniden aşık olacaktır. Bu sırada tüm canavarlara rağmen Aimee’nin yanına gitmeye karar verir.
Love and Monsters – Film Kadrosu:
Joel karakterine Dylan O’Brien hayat veriyor. Sevdiği kız olan Aimee olarak ise Matrix 4’ün yeni yıldızı olması beklenen Jessica Henwick karşımıza çıkıyor. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Michael Rooker, Ariana Greenblatt, Ellen Holman gibi isimler bulunuyor. Filmin yönetmenliğini Michael Matthews üstleniyor.
Love and Monsters – Film Yorumum:
Öncelikle, after apocalypse filmleri arasında sevdiğim filmler listesine girebileceğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Başrolde Dylan’ın olmasına ek işlenen konu en azından diğer after apocalypse filmlerinden farklıydı.
Bu sefer, dünyaya yaklaşan astreoidi durdurmak için harekete geçen insanlar bombaları hazırlarken kullandıkları kimyasalların kurbanı oluyor. Bu kimyasal dünyaya geri düştüğünde, böcekler, sürüngenler ve benzeri canlıları mutasyona uğratarak normal boyutlarının çok çok üstüne çıkartıyor.
Yani, ayaklarınızın altında ezdiğiniz karıncalar, üstüne tuz döküp erittiğiniz sümüklü böcekler, salyangozlar veya yakaladığınız, sırf tadı bozulmasın diye canlı canlı kaynar sulara attığınız sevimli deniz canlıları büyüyüp, sizleri mideye indiriyor.
Korkunç bir gelecek değil mi?
İşte, bu canlılar yeryüzündeki yaşamı ele geçirirken insanlar da panik odalarına, yeraltı sığınaklarına saklanıyorlar.
Bizim ana karakterimiz olan sevimli Joel’ımız ise, tüm kıyametin patlak verdiği yerde sağ kalanlardan birisi. Kolonisiyle birlikte yedi yıldır yeraltında yaşıyorken, lisedeki aşkının kolonisiyle iletişime geçiyor ve onun yerini saptadıktan sonra Aimee’ye gitmeye karar veriyor.
Ancak kendisi aşırı korkak ve genelde, canavar gördüğünde donup kalan bir tip. Yine de, “Dünyanın sonu gelmiş zaten, sevdiğim kıza ulaşmadan ölemem,” diyor ve yola koyuluyor.
Tek başına çıktığı bu yolda, bir köpekle arkadaşlık kuruyor ve karşısına çıkan iki kişi sayesinde yeryüzünde yaşamanın kurallarını öğreniyor. Azmediyor ve gerisini başarıyor. Bundan sonra gerçekleşenler hakkında bir şey yazmayacağım zira bütün filmi burada sizlere anlatmak istemiyorum.
Zaten az çok ilerleyişin verdiği bir tahmin vardır sizlerde de. Ben bu tür filmleri çok izlediğim için kafamda hemen iki alternatif son ve üçüncü sürpriz son anında oluşmuştu. Tahminimde pek yanılmadığım gibi, sevdiğim bir sonu olduğunu söyleyebilirim ve filmi izlemenizi mutlaka öneririm.
Gerçekten, şu anki halimize şükrettiren bir dünyada geçtiğini ve minik alt metinleriyle insanın harekete geçmesini sağlayan bir etkisi olduğunu söyleyebilirim.
Ben çok eğlendim, çok sevdim ve uzun zamandır Dylan izlememiş olmanın verdiği eksikliği çok güzel kapattım. O yüzden, umarım sizler de önerimi dikkate alır ve filmi bir an önce izlersiniz! Keyifli seyirler dilerim.
Aşağıya filmin fragmanını koyuyorum!
Merhaba, siz deyince fark ettim ve hemen ekledim. 🙂 Sayfanın sağ barında “Biz Kimiz” kısmının altında abonelik butonu var, oradan abone olabilirsiniz!
Blogunuz hoşuma gitti ve abone olmak istedim ama, sanırım abone olma butonunu koymamışsınız. :/