Selam herkese, bloga çok yazı yazamasam bile böyle arada sırada ufak kitap, dizi yorumları sıkıştırıyorum. Umarım faydalı oluyordur yazılarım. Bu sefer okumak için uzun süre merakla beklediğim bir kitap ile ilgili konuşacağım. Zaten başlıkta da okuduğunuz üzere ‘ biz hep şatoda yaşadık ‘ isimli kitap.
Öncelikle belirtmek isterim ki benim kafamda bu kitap ile ilgili en büyük fikir gotik tarzda bir eser olacağıydı. Tamam eser gotik tarz olarak geçiyor ama bana öyle gelmedi. (sonuçta herkes fikrini paylaşabilir, linçlemeyin.) Hafif kasvetli bir havayla korkutucu bir şeyler bekledim. Aslında bir nevi buna benzer bir kurgusu vardı ama yine de beklentilerimi karşılamadı. Her zaman diyorum ki, hiçbir eserde beklenti içinde olmamam gerekiyor, yine de hep bir beklenti oluşuyor istemeden.
1965 yılında hayata gözlerini yuman yazar’ın son eseri olarak bilinen bu kitap 1962 yılında yazılmış. Ayrıca Netflix de dizisi olan ‘Tepedeki Ev ‘ isimli eser de ”Shirley Jackson”a aitmiş, sizlere bu yazıyı hazırlarken öğrenmiş oldum. Shirley Jackson’ın bu eseri Stephen King’den Neil Gaiman’a dek bir çok yazara ilham kaynağı olmuş. Eser Stacie Passon’ın yönetmenliğiyle beyaz perdeye taşınmış, yazımı bitirir bitirmez filmi de izleyerek onun ile ilgili de bir yazı yayınlayabilirim.
Kitapta, şato gibi büyük bir malikanede bir aile yaşıyor, gelenek ve göreneklerine çok bağlı, atalarından kalma bir sürü tabak çanak, hatta kilerde reçeller bile duruyor. Altı yıl önce yemekten kaynaklı bir durum ile kocaman aile zehirleniyor ve geriye sadece 3 Blackwood ferdi kalıyor , bir de kedileri.
Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve amcaları Julian, ki amcaları da çok yaşlı ve çoğu zaman bilinçli değil, ömrünün geri kalanını, yaşanan o büyük aile faciasını satırlara dökerek kitap yazmaya adamış. Çok stabil bir hayat sürdürüyorlar, ta ki kuzenleri Charles yanlarına gelene kadar.
Charles’ın miras için eve geldiği en başından beri o kadar bariz ki, bir yandan da ana karakter olan Merricat’e karşı beslediğim antipati yüzünden olsa gerek inanmak istemedim, Charles sanki o asosyal hayattan Constance’ı çekip çıkaracak ve normal bir aile haline geleceklerine inandım.
Mary Katherine 18 yaşında, ailenin en küçük üyesidir, dış dünyayla, alışverişle tek bağlantıları Mary denilebilir. Constance, Mary’nin ablası, evi çekip çevirmek ile meşgul, bana kalırsa psikolojik olarak en çok etkilenen kişi. Julian amcaysa bildiğiniz gibi, yaşlı, bunamış ve çoğu zaman bilinçsiz. Birbirlerinden başka kimseye ihtiyaçları olmayan bu aile, önceden de dediğim gibi Charles’ın gelmesiyle bozulur.
- Hayallerimdeki romanı karşılamasa bile , hayran kaldığım romanlardan birisi oldu, gerek kurgusuyla, gerek karakterleriyle.
- Beğendiğim kısımları sizlerle paylaşıp filmi izlemeye gidiyorum ben, kitap ile ilgili düşüncelerimi okuduğunuz için teşekkür ediyor ve kaçıyorum 🖤
✨ ” Çok güzel, aydınlık bir sabahtı ve son sabahları olacağını hiçbiri bilmiyordu. “
✨” Üç tekrar bir şeyi gerçek kılardı. ”
✨” Çürüyüp gittiklerini, acıyla kıvranıp çığlıklar attıklarını düşündüm; önümde, yerde iki büklüm olup ağlamalarını istiyordum. ”
✨” Değişim rüzgarları esiyordu ama benden başka kimse farkında değildi “
✨“ O konuşurken hiçbir kelime tamamen güvende değildi. ”
✨” Onlardan nefret etmek doğru değil,” diyordu Constance, “seni zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. “
Filmin fragmanı ; https://www.youtube.com/watch?v=W6CVyg_0iKc